14 Aralık 2014 Pazar

Arsenal ve Konyaspor Maçları Üzerine

Yabancı sınırlamasının katkıları(!)

Galatasaray geride bıraktığımız hafta önemli iki maça çıktı. Bunlardan ilk Arsenal karşısında Şampiyonlar Ligi gruplar aşaması son maçıydı. Bir diğer sınav, Torku Konyaspor'a karşı deplasmandaydı. Hamza Hamzaoğlu'nun gelişiyle takım içinde yayılan pozitif hava, artık sona gelinen Şampiyonlar Ligi macerasının sonuna geldiği maçta 4-1'lik skoru engelleyemedi. Arsenal karşısında alınan sonuç elbette sürpriz değildi ancak maç içerisinde Tarık Çamdal'ın tabiri caizse saç baş yolduran amatör hataları; Sinan Bolat'ın futbolcu olduğunu unutması skoru belirleyen etkenler oldu. Bu seviye de oynayan, yılda 1.3 milyon euro kazanan (ki Avrupa liglerinde çok az sayıda kalecinin kazandığı bir miktar bu) bir kalecinin kapattığı köşeden goller yemesi ve maç içinde hiç bir varlık gösterememesi kabul edilemez. Yabancı sınırlamasının Türk futboluna hediyelerinden(!) biridir Sinan Bolat.




İlginçtir ki böyle bir performanstan sonra, Sinan Bolat'ın menajeri Galtasray'ı tehdit eder gibi Muslera ayrılmazsa Sinan ayrılacak diyor. Hay hay...


Arsenal maçının kilit noktalarından biri de takım içinde oyuncuların fiziksel seviyesinin çok düşük olması. Rakip takımın yedek oyuncuları ve hatta altyapısından getirdiği oyuncuların bile fiziksel olarak Galatasaray'ın as oyuncularından daha iyi olduğunu söylemek mümkün. Ama yabancı sınırlaması bunlara çözüm olacak.(!)


Öngörülemez..

Öte yandan Konyaspor karşısında alınan skorundan öngörülebilir bir skor olmadığı aşikar. Ligin zorlu ekiplerinden Konyaspor Aykut Kocaman'ın gelişiyle henüz çok önemli bir değişiklik yaşamazken, Hasan Kabze, Torje ve Djalma gibi önemli hüvum silahlarını kadrosunda bulunduran bir ekip. Bir diğer yabancı sınırlaması hediyesi olarak, Gabriel Torje ve Djalma gibi Konyaspor adına maça olumlu etki edebilecek oyuncuların yerine Ömer Ali Şahiner'le maça başlayan Konyaspor, geride kanat oyuncularından hiç destek alamayıp üstelik Galatasaray üzerinde bir baskı da yaratamayınca ilk golle birlikte çözülmeler başladı.Umut Bulut her zaman olduğu gibi yine doğru yerde biterken Galatasaray adına maç olumlu bir havaya büründü. Hamzaoğlu'nun gelişiyle büyük çıkış yakalayan isimlerden Burak Yılmaz skoru 2-0'a getirirken Konyaspor defansı S.O.S vermeye başlamıştı zaten. Son zamanların bir diğer çıkış yapan ismi Emre Çolak'ın Selçuk'un adrese teslim ortasında çok güzel bir vuruşla durumu 3-0 a getiren vuruşunda maçın kaderi tayin edilmişti bir bakıma.

Öte yandan Galatasaray adına sahada Alex Telles bulduğu şansı bir kez daha iyi değerlendiremedi. Klasik bir Brezilya'lı bek olan Alex Telles 4 lü savunmanın sol tarafında defansif olarak yine bekleneni veremedi. Savunma becerilerinin yetersizliği Konyaspor'un ikinci yarıda özellikle Djlama'yla büyük boşluklar bulmasına sebep oldu.


Değişen atmosfer...

Atmosfer her ne kadar değişse de oyununuz değişip gelişmedikçe Arsenal gibi takımlara kaybetmeye mahkumsunuz. Ancak iyi bir atmosfer oluşmadıkça gelişmeyi beklemek fazla iyimser bir beklenti olacaktır. Önümüze bu iyimser tabloyu koyan ise bu atmosfer oldu. Emre Çolak oyundan alınırken Selçuk ve Sneijder'in tebriklerini kabul etmesi, Hamza Hamzaoğlu'nun oyuncularla kusursuz bir iletişim kurması takım motivasyonu adına mükemmel bir haber. Henüz taktik ve teknik değişikliklerin yansıması için çok kısa bir süre geçmiş olsa da, takım için de değişen havanın saha içinde neleri değiştirebildiğini gördük. 5-0'lık Konyaspor galibiyeti Galatasaray adına ligde önemli bir motivasyon oldu.



6 Aralık 2014 Cumartesi

Hamzaoğlu'yla Gelen Metamorfoz

Galatasaray'da Aysal döneminin çalkantıları henüz durulmamışken Galatasaray bugün gösterdiği iyi performansla evinde ligin dişli ekiplerinden Akhisarspor karşısında üç puanı aldı. Hamza Hamzaoğlu'nun gelişiyle takım içinde yüzlerin güldüğü haberleri sık sık karşımıza çıkıyor ve bununla beraber takımın sahada gösterdiği gelişim de bunu doğruluyor.Bunu en büyük sebebi ise Hamzaoğlu'nun oyuncularla iyi iletişim kurabilmesi olarak gösterilebilir.




METAMORFOZ

Eskişehirspor'a karşı oynanan oyunun bir ölçü olmayacağı gerçek ancak, Akhisar karşısında alınan galibiyet takımın potansiyelinin de yavaş yavaş sahaya yansımaya başladığını gösterdi. Bilal Kısa gibi önemli bir oyuncusundan yoksun sahaya çıkan Manisa ekibinde Gekas'ın gol pozisyonu dışında çok iyi marke edilmesiyse defans açısından bir diğer sevindirici noktaydı. Galatasaray 4-4-2 formasyonuyla sahaya yayılırken Hamzaoğlu Burak Yılmaz'ın en uçta sürekli ofsaytta kalmasına çareyi Burak'ı Umut Bulut'un arkasında "Gezici Forvet"oynatmakta bulmuş. Gösterdiği mükemmel performansı iki golle süslerken Galatasaray adına önemli işler yaptı. 70 kez topla buluşan Burak Yılmaz %85 başarı oranıyla 47 isabetli pas yaparken sahanın en çok koşan isimlerinden biriydi. Burak Yılmaz'ın bu istatistiğinde diziliş ve hücum kurgusunun payı çok büyük. Takım hücuma kalktığında geçmişte en uçta Burak Yılmaz topu aktaracağı kimseyi bulamadığından çok fazla top kaybı yaşanıyordu ancak bu akşam Burak önünde Umut yanında Sneijder, Bruma, Emre Çolak ve Telles gibi pas opsiyonlarını bulduğunda daha etkili oldu. Atağa çıkarken zaman zaman ceza sahası içinde çoğalmakta sıkıntı yaşadı Galatasaray, bu sebepten yapılan ortalarda Umut Bulut'un ön direkten isabet sağlayamadığı iki kafa topunu saymazsak Galatasaray yan toplarda herhangi bir etkinlik gösteremedi.

Gençler yeniden şans buluyor

Hamza hoca mevcut kadroda Prandelli zamanında şans bulamayan Emre Çolak, Bruma ve Telles'e şans verdi. Geçtiğimiz iki maçta da bu oyuncuların performansının ne denli iyi olduğu ve daha da iyi olabileceğini gördük. Bruma'nın ikinci yarıda girdiği Eskişehirspor maçında attığı golden sonra bugün Akhisar karşısında yaptığı driplinglerle rakip savunmayı zorladığını gördük. Takım Prandelli zamanında hücumda çoğalamazken savunmada da herhangi bir varlık gösteremiyordu. Bunun sonucu olarak sahanın iki yönünde de verimsiz ve organizasyondan yoksun bir Galatasaray görüntüsü çizerken bugün atak içinde kurguyu ve sahada formasyonun ve taktik bağlılığın kısa zamanda ne kadar üst seviyeye çıktığını gördük.

Bir parantez de tabii ki Emre Çolak için açılmalı. Yıllardır patlama yapması beklenen Emre, bugün sahada çok olumlu bir görüntü verdi. Aldığı topları çok verimli kullanırken iki şutunda isabet bulamasa da Melo'nun yokluğunda durumu oldukça iyi idare etti. Selçuk'la iyi bir ikili oluşturan Emre maç içinde sağ ve sol kanada önemli bir destek verdi.

Hamza Hamzaoğlu ikinci sınavını başarıyla verirken, değişiklikler için 80'li dakikaları beklemesi biraz durumu zorlaştırsa da kulübenin nitelik olarak çok yüksek olmayışı bunda önemli bir etken. Dzemaili sakatlıktan döndükten sonra, Pandev'in maç formunu kazanması ve Melo'nun kart cezasının sona ermesiyle önümüzdeki haftalar için takım çok iyi bir gelecek çiziyor.

3 Aralık 2014 Çarşamba

Galatasaray'da Hamza Hamzaoğlu Dönemi

Hamza Hamzaoğlu 1991 yılında genç bir oyuncu olarak kapısından girdiği Galatasaray'a tam 23 yıl sonra Teknik Direktör sıfatıyla geri döndü. Ard arda gelen kötü sonuçlar ve oynanan kötü futbolun getirdiği kaçınılmaz son olarak Prandelli'yle yolların ayrılmasının ardınndan Galatasaray yeni bir teknik direktör arayışına girdi. Hamza Hamzaoğlu ve Hikmet Karaman isimleri arasından kısa süren spekülasyonlardan sonra Galatasaray yeni hocasını açıkladı. Abdurrahim Albayrak göreve Hamza Hamzaoğlu'nun getirildiğini ve Hamza hocaya çok güvendiğini sözlerine ekledi. Hamza Hamzaoğlu 1 Aralık pazartesi günü kendisini Galatasaray kulübüne 6 aylığına bağlayan sözleşmeye imza attı.

Hamza hoca ilk sınavını bu akşam ligin dişli ekiplerinden Eskişehirspor karşısında Ziraat Türkiye Kupası maçında verdi. Haftasonu Fenerbahçe'ye karşı muhteşem bir oyun sergileyen Eskişehirspor karşılaşmanın son dakikalarında Fenerbahçe lehine verilen tartışmalı penaltı kararıyla 2 puanı Saracoğlu'nda bıraksa da harika futboluyla takım potansiyelini kanıtlamıştı. Galatasaray karşısındaysa önemli denecek çapta rotasyonlu kadrosuyla çıkan Eskişehirspor'da Erkan Zengin, Hürriyet, Ruud Boffin gibi önemli oyuncular kadroda yoktu. Buna karşın Galatasaray'ın Wesley Sneijder, Muslera, Burak Yılmaz dışında tüm as oyuncularını sahaya sürmüştü Hamza hoca.

Bu akşam sezon başından bu yana performansı soru işareti olan Pandev için olumlu bitti. Hamza Hamzaoğlu bir penaltı kaçırıp bir penaltı yaptıran Pandev'i ilk yarı sonunda oyundan alsa da maç sonunda: "Pandev kaliteli bir oyuncu ancak maç eksiği var" dedi. Hamzaoğlu defans dizilişi ve kurgusunu mükemmele yakın yaptı, ancak kalede Sinan Bolat'ın performansı kesinlikle lig seviyesi için düşük. Telles klasik bir Brezilyalı bek. Brezilyada altyapı eğitimi almış bek oyuncuları hücumcu bek oyuncuları olarak yetiştirilir. Telles'in hatasıyla Eskişehirspor'un yetenekli genç oyuncusu Erkut'un müthiş plasesi durumu eşitlese de Telles bu maç içinde olumlu oyunculardan biriydi. 

Hamza hocanın Sinan Bolat kumarı hem Muslera'yı dinlendirmek hem de yabancı kontenjanından tasarruf etmek için olsa gerek ama bunu kumar yapan asıl nokta Sinan ve Muslera arasında en az bir kaç gömlek fark oluşu. Ayrıca Hamza hocanın ilk yarının ortalarında sarı kart gördükten sonra 2 sert faul daha yapıp şans eseri oyundan atılmayan, sinirlerine hakim olamayan Melo'yu oyundan almaması bir hataydı. Selçuk İnan bu maç adeta yeniden doğdu. Birinci sınıf bir frikik golüne imza atan Selçuk ayrıca bir de penaltı  golüyla takımını sırtladı. Pas alışverişleri ve genelde yan ve geri oynadığı topları bu maç daha ofansif kullanan Selçuk Hamza Hamzaoğlu'nun gelişiyle kendini yeniden bulacak gibi.

İkinci yarıda Pandev'in yerini alan Bruma'ya ayrı bir parantez açmamak olmaz. Uzun bir sakatlık döneminin ardından geri dönen ancak verilen şansları iyi değerlendiremeyen Bruma bu maç adeta patladı. Yaşadığı özgüven kaybını atlatmış görünen Bruma sık sık kaleyi yokladı ve sonunda skoru 3-2'ye getiren golü sol ayağıyla buldu. Zaman zaman top kayıpları yapsa da rakip savunma için oldukça büyük tehlike yaratan Bruma bu maç için iyi not alan oyunculardan biriydi. Ve tabii ki Umut Bulut.. Tartışmasız Türkiye'nin en büyük profesyonellerinden biri. Büyük küçük takım ayırmaksızın her maça aynı motivasyonla ve azimle çıkan,
 sahada ayak basmadık yer bırakmayan Umut Bulut. Bu akşam ceza sahasının sağ tarafından sert bir vuruşla kaleciyi avlayarak takımının dördüncü golüne imza atan Umut maç boyunca Eskişehirspor defansını yıpratan isim oldu. 

Son olarak Hamza hocanın genel performansı ve takıma etkisi olumlu görünüyor. Takım taktik ve diziliş anlamda toparlanmış bir görüntü verirken peş peşe gelen iki İtalyan hoca döneminde hiç görmediğimiz bir taktik disiplin vardı sahada. Atağa çıkarken 4-2-3-1 formasyonuyla atağı başlatan Galatasaray kanat oyuncularının içeri kat edip bek oyuncularının bindirmesiyle tehlike yaratmaya çalışırken, rakibi karşılarken 4-1-4-1 ve 4-5-1 formasyonunu uyguladı. Takım saha içine yerleşirken çok net biçimde dizilişleri ve yerlerini korudu. Melo ilk yarıda ilk sarı kartını gördükten sonra 2 sarı kartla sonuçlanabilecek aksiyonlara imza atarken Hamza hocanın devre arasında Melo'yu oyundan alıp Hamit Altıntop'u sahaya sürebilir veya daha sonra yaptığı gibi Emre Çolak'ı göbeğe çekebilirdi. Pandev, Emre'nin boşalttığı 10 numara pozisyonunu doldurur Pandev'in kanadına ise Bruma geçebilirdi.  Ancak Hamza hocanın Melo'ya müdahale etmeye gerek duymaması Melo'nun ikinci sarı kartını getirdi. Akhisar gibi ligin iyi futbol oynayan ve orta sahası güçlü ekiplerinden birine karşı Melo gibi takımın en önemli oyuncularından birinden mahrum kalmak Galatasaray adına zorlayıcı olabilir.Tüm bunların ötesinde Hamza Hamzaoğlu camiaya taze bir kan ve yeni bir hava getirmiş. Umarım önümüzdeki sezon 4 yıldızlı formayı giyecek bu takım.

17 Kasım 2014 Pazartesi

"Cevabım açıktı 'Drogba'yı istiyorum!'..."




"
Didier Drogba, hayatıma Marsilya’nın muhteşem stadyumu Velodrome’da oynadığımız bir Şampiyonlar Ligi maçının 5. dakikasında girdi. Sırtında 11 numarayı taşıyan bu devasa adam golü attığında yerime zorlukla oturabilmiştim. Gol sevincini öyle coşkulu, adeta hayatının son golünü atmışcasına kutluyordu ki zaten var olan düşmanca baskıyı adeta üzerimize atılan ateş toplarına, savaş çığlıklarına çevirmişti. Stad delirmişti, çıkan ses kulakları sağır ediyordu. Devre arasında, soyunma odasına giden tünelde onu yakaladım ve “seni alacak kadar param yok, ama Fildişi Sahilleri'nde senin gibi oynayan bir kuzenin falan var mı?” diye sordum. Üst tur mücadelesinin yüksek atmosferine rağmen güldü, kollarını bana dolayıp sarılarak “bir gün mutlaka beni alabilecek bir takimin başına geçeceksin” dedi.



Altı ay sonra Chelsea ile sözleşme imzaladım. Artık herkesin içinde olmak, oynamak isteyeceği ve istediği herkesi almaya gücü yetecek çok güçlü bir kulüpteydim. Seçenekler çoktu ama ben kulübe varır varmaz “Drogba’yı istiyorum” dedim. Bu isteğime bazıları kuşku ile baktı. Hatta “neden bu oyuncu, neden diğeri değil, sence adapte olabilir mi, gerçekten iyi bir oyuncu oldugunu düşünüyor musun?” gibi sorular sordular. Cevabım açıktı, “Drogba’yı istiyorum.”


Aradan birkaç gün geçti ve ben Drogba ile Londra yakınlarında özel bir havaalanında buluştum. Bana tekrar sarıldı ama bu kez sarılmasında unutulmaz bir farklılık vardı. Beni adeta minnettarlığını belirtircesine kucaklıyordu ve ben bu kucaklamanın onun hayatında sadece çok değer verdiği kişilere bahşettigi bir sıcaklık olduğunu hissedebiliyordum. Gerçekten kelimelerle anlatılması imkansız bir duyguydu. Bana “Sana çok tesekkür ederim, bundan sonra senin için savaşacağım. Bu kararından hiç pişman olmayacaksın. Sana sonsuza dek sadık kalacağım” dedi. Sonrasında ise tam anlamıyla söylediğini yaptı.

Sadakatini, liderliği ve mücadele etmek zorunda kaldığı her zor anda yaptıkları ile tekrar tekrar kanıtladı. O zor anlar ki önemli olan tek şeyin bana ve takım arkadaşlarına, bizler için orada olduğunu, bizlerin yanımızda, arkamızda olduğunu hissetmemiz gereken, tüm anlardı. Karşımdaki adama her zaman ve her şart altında güvenebileceğimi biliyordum. Baskı yediğimiz anlarda, defanstaki arkadaşlarına yardıma koşan, acı çektiği anlarda kendisini lideri ve takımı için limitlerine kadar zorlayan bir savaşçıydı bu adam. Ve tabi en önemlisi, gollerini attı, attı ve yine attı. O goller kendisine şampiyonluklar, ödüller, ün kazandırdı. Ama benim için en önemlisi birlikte yaşanan sayısız hatıralarımızdı.



2007 yılı İngiltere Federasyon Kupası Finali, Wembley Stadyumu. Rakip Manchester United. Sezonun son maçı. Birçoklarına göre de benim Chelsea’nin başındaki son maçım. Mükemmel bir mücadeleydi ve Didier uzatma dakikalarında golünü attı. Son düdük çaldığında herkes deli gibi zaferi kutluyordu, iki kişi hariç. Ben hızla soyunma odasına, eşimi aramaya koşuyordum. Sahadaki zafer kutlamalarına aldırmandan hızla peşimden koşan bir de oyuncu vardı, Didier. Bana sarılabilmek için peşimden koşuyordu. Maç bitmiş, kupa kazanılmıştı ama o sahadan hızla ayrılırken aklında sadece bir tek şey vardı; bir an önce bana sarılabilmek. O tünelde bana sarılırken ilk karşılaşmamızı mı hatırlıyordu? Ya da belki ikinci karşılaşmamızı? Beni son kez kucakladığını mı düşünüyordu? Aklından ne geçiyordu bilmiyorum ama beni buldu, birbirimize sarıldık ve ağladık.

Didier özel bir insan. Ve her zaman söylediğim gibi inanılmaz bir oyuncu. Ama hepsinden önemlisi dünya üzerinde yaptıkları ile, Afrika'nın insanı olarak, Fildişi Sahilleri için bir öncü olarak, bir baba olarak, bir evlat ve bir arkadaş olarak çok özel bir insan Didier. Ve sadece bazılarımız onu hayatımızın içine alabilecek kadar şanslı olabildik.

Kupa finalinden birkaç ay sonra Chelsea’den ayrılıyordum. Aynen ilk günkü gibi bana sımsıkı sarılmıştı. Ben konuşamıyordum, Didier ise sadece “bu imkansız, bu gerçek olamaz” diyebiliyordu. Kendimde sadece arkamı dönüp yürüyebilecek kadar güç bulabilmiştim.

Bu önyazı belki de Didier’in futbolculuğuna odaklanmış bir yazı olmalı. Ama bir lider, kupaların toplayıcısı ve bir yardımsever olan bir futbolcuya odaklanmalı. Bütün bunları sadece yetenekleri, çalışması ve alçakgönüllülüğü ile başardı Didier. O hayatımda takımımda yönettiğim en iyi oyunculardan biri olarak var olacak. Ama daha önemlisi, hayatımdaki en iyi ve unutulmaz arkadaşım olarak varolması.

Birlikte, yanyana, aynı amaç için mi savaşacağız? Uzaklarda mı olacağız? Başka kulüplerde mi? Başka ülkelerde mi? Hatta belki de yıllar sonra Didier futbolu bıraktıktan sonra, bense tekerlekli sandalyemde teknik direktörlük yaparken mi?

Hiç birinin önemi yok. Didier, her zaman kalbimin en yakınında olacak."

Jose Mourinho
(Drogba'nın biyografi kitabından Mourinho'ya ait yazı)


6 Temmuz 2014 Pazar

"The Godfather" Cesare Prandelli..

Cesare Claudio Prandelli..


İtalya'nın kuzeyinde Brescia'nın küçük bir kasabası olan Orzinuovi de dünyaya gelir Cesare.
Dedesinin ismi olan Cesare'nin yanına babasının ısrarlarıyla Claudio da eklenir. Burada ilginç olan ise küçük Cesare öğretmeni okulda ona bu ismiyle seslendiğinde Claudio olduğunu öğrenmiştir. O bu duruma biraz farklı yaklaşır ve şöyle özetler:

"Belki de iki ismimin olması karakterimin iki farklı yönünü ortaya çıkardı. Ailem, arkadaşlarım, takım arkadaşlarım için hep Cesare, ufakken Cesarino oldum ama bir de Claudio vardı içimde. Cesare dengeli, çok çalışkan, uyumlu bir adamdı. Claudio ise sanatsever, biraz uçuk, çok daha hassas." 

Babasını kaybettiğinde 16 yaşındadır, annesi mimar olmasını ister ancak kader onu futbolcu yapar.

Tam burada Prandelli denince akla gelen kadın hikayeye dahil oluyor.. Manuela Caffi..

Genç Cesare Aşık Olur..

Prandelli Cremonese B takımında oynarken çıktığı bir maçtan sonra kasabadaki Vittorio Emanuela meydanının yolunu tutar. Ancak sıcak çikolata için gittiği kafede hayatının aşkı Manuela'yı bulur. Kafede göz göze gelirlerken tek kelime etmez ama kader yazılmıştır. Cesare 18, Manuela 15 yaşındadır, o günden sonra Manuela son nefesini verene dek hiç ayrılmazlar.

Cesare çocukluk aşkı Manuela'yla büyür, takvimler 1982 yılının yaz aylarındayken İtalya Dünya Kupası zaferine, Cesare ise çocukluk aşkı Manuela'ya kavuşur.. Manuela'yla olan evliliğini şöyle anlatır:

"30 yıl boyunca inanır mısınız sadece bir kez tartıştık. Komikti, bir tenis raketi yüzünden. Çocuklar büyürken aldığımız kararlarda bir kez olsun ters düştüğümüzü hatırlamıyorum. Manuela ile birbirimizi çok sevdik. Babamı genç yaşta kaybettim ama ondan yaptığım işe saygı duymayı ve enerjimi sonuna kadar vermeyi öğrendim. Futbol, bankacılık gibi bir meslek değil. Sabah gidip, akşam geldiğin... Futbolcu ya da teknik adamsan tutkularınla hareket edeceksin, onu yitirdiğinde bir hiçsin. Annemden ise sevmeyi öğrendim, doğru sevmeyi. Bir insanın kalbini, beynini kullanmasını öğrendim. Bence aşkın çok türlüsü var. Bir kadını sevmek, çocuklarını sevmek, dostlarını sevmek. Hayatım boyunca insanların sevmekten korktuğuna şahit oldum, aşkı yaşamaktan korkuyorlar, kaybedeceklerini sanıyorlar. Çünkü aşkta vermek zorundasın, belki de kolay olan hiç aşık olmamaktır, belki de insanlar egoizmlerin mahkumudur ama mutluluk bence bu değil. "

 Hayatının her anlamda en güzel yılı olarak gördüğü 1982 yılında sakatlıklar yakasını bırakmasa da 8 maça çıkar ve Juventus'la ikinci kez Serie A şampiyonluğuna ulaşır. Bu Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu da barındıran parlak Juventus karnesinin henüz başlangıcıdır. 6 yıl formasını giydiği Juventus'tan Atalanta'ya döner ve 4 yıl daha oynadıktan sonra aktif futbol kariyerini 1989 yılında noktalar. Ancak futboldan ayrı kalmaya niyeti yoktur.

Teknik Direktör Prandelli

 1990 yazında Atalanta'nın 18 yaş altı takımına menajer olarak atanır ve 3 yıl süren görev süresince Atalanta 18 yaşaltı takımı muhteşem 3 sezon geçirir. 1993 Ekiminde Atalanta A takımının menajeri olarak atanan Prandelli 8 ay bu görevi yürüttükten sonra 94 Temmuzunda Atalanta 18 yaşaltı takımına döner ve 3 yıl sürecek olan ikinci macerasına başlar. 1997 yılında Lecce'nin başına geçene dek bu görevi sürdürür. Lecce'den sonra 2 yıl görev yaptığı Verona'yı Serie A'ya çıkartır. Kısa süren Venezia macerasının ardından Prandelli Parma'ya 2 muhteşem sezon yaşatır ve hayallerine ulaşır.

Roma Prandelli'ye taliptir. Cesare bunu hayallerine ulaşmak olarak görür ancak bu rüya uzun sürmez..

Hayal Kanseri

Çok sevdiği eşi Manuela'nın göğsünden alınan tümör tekrarlamış ve Manuela kemoterapi sürecinde evden çıkmamaya başlamıştır. Cesare bu durumu şöyle değerlendirir: "Onun hayatı benim hayatımdı. Kemoterapi seanslarında elini tutmayacaksam hayatın ne anlamı vardı ki!" ve Manuela'nın yanında olabilmek için hayallerinden vazgeçip Roma menajerliğinden istifa eder.. Manuela ve Cesare Paris'e gdier ve tedaviye başlarlar. Sonunda Manuela muhteşem değilse de sağlığı yerinde olarak İtalya'ya dönmüştür. Cesare futboldan daha fazla ayrı kalamaz ve 2005'te Fiorentina'nın başına geçer.. Kabus günleri yeniden başlamıştır ve bu sefer son beklenenden çabuk gelir. Prandelli'nin çocukluk aşkı ve iki çocuğunun annesi Manuela Caffi hayata veda etmiştir. O günden sonra Prandelli her galibiyetten sonra gökyüzüne ufak bir bakış atar..



Manuela'yı yitirdikten sonra Prandelli iki çocuğuna ve futbola daha sıkı sarılır. Prensipleri olan ve futbolun bir oyun olduğunu düşünen Cesare 2006 da patlayan Calciopoli skandalında "Gerekirse Avrupa'ya gitmeyelim" diyerek tavrını ortaya koymuş ve takımının başında kalmıştı. 

Fiorentina da sınırlı imkanlarla takımını ilk 4 e sokmuş ve hatta Şampiyonlar Liginde grubunu lider tamamlamış ancak o yılın finalist olacak Bayern Münih'e elenmişti. 

Novella...

Hayatının ikinci dönüm noktası olacak yıl 2010 yılıydı. İkinci eşi olan Novella ile tanışmış ve İtalya Milli Takımının başına geçmişti. Novella için şunları söylüyor: 

"2010 yılıydı. Floransa'da bir kafede rastladım ona. Çok şık, alımlı bir sarışın. Novella, futbolla ilgisi olmadığı için kim olduğumu bilmiyor. Doğrusu biriyle aşk yaşamak aklımdan geçmediğinden bir arkadaşımla tanıştırırım diye düşündüm. Bana ne iş yaptığımı sorduğunda ilaç şirketinde pazarlamacı olduğumu söyledim. Bana aksanımın değişik olduğunu söyledi. Floransa'da bir sokakta yürümeye başladık. Novella, karşıdan gelen her insanın "Merhaba Mister" demesine şaşırdı ve sonunda gerçeği anladı. Ben Floransalılar için Mister Cesare Prandelli'ydim. 53 yaşında tekrar aşık olduğumda "Bir daha sevemem" dediğim o günleri hatırladım. Bu doğaya aykırıymış, bir başka kadını sevebilirmişim. 

Aramızda 14 yaş fark var ama galiba onun bir ve benim iki çocuğumla beraber ikinci hayatlarımızı yaşıyoruz. Novella evin patronu, milli takımdaki oyuncum Antonio Cassano gibidir, aklına geleni anında insanın yüzüne söyler, Novella bana çok şey öğretiyor, onun tavsiye ettiği kitapları okuyorum, yine ailece Zanzibar'a tatile gidiyoruz. Benim hayatım futbol, her maçı izlerim, Novella ise elinde iPad ile yanımdan ayrılmaz."


2010 yılında İtalya Milli Takımını devralan Prandelli Dünya Kupasında son maçta Uruguay'a 1-0 kaybederek kupaya veda etti. Cesare Prandelli "İtalyanların vergilerinden ödenen maaşımı hak etmiyorum, turnuvanın tüm sorumluluğu bana ait, tüm halkımızdan özür diliyorum" dedi ve istifasını verdi. İşsiz geçirdiği süre sadece 9 gün oldu. Galatasaray'ın bir başka İtalyan'dan boşalan koltuğuna Prandelli oturdu.. 

The Godfather

Cesare Prandelli için en uygun lakap bu gibi duruyor. Balotelli gibi bir oyuncudan bile verim alması, sorun yaşamaması ve aksine çok iyi ilişkiler içinde bulunması adam yönetim kabiliyetini kanıtlıyor olsa gerek. Balotelli Prandelli için "Onu babam gibi görüyorum, bana her zaman doğru motivasyonu sağlıyor" diyor. İtalya Milli Takımındaki tüm oyuncular için özel bir yana sahip olmasının yanı sıra menajerlik özellikleri olarak dünya çapında bir yeteneğe sahip. 

Taktisyen ve analist bir teknik direktör Prandelli. İtalyan Catenaccio stilini hiç bir zaman benimsemedi, aksine Milli Takımda dahi hücuma yönelik futbol oynatmaya çalıştı.  

Öte yandan Prandelli elindeki malzemeye göre formül üreten, kısıtlı imkanlarla çalışmaya alışkın bir teknik adam. Başarıya aç bir futbol adamı Prandelli.

Umarım taraftarımız sevecek.

Umarım nice kupalar armağan edecek Manuela'ya..

Tüm zaferler gök yüzüne...